kendimi bırakabilirim sana yemyeşil güvenli okyanuslarına
okşarsın diye uzayınca kıvırcıklaşan saçlarımı parmaklarına
nazlı bir yıldız gibi uzanabilirim
belki kırmızı benekli göğsüne
neşeli şiirleri gülmen için asabilirim
sonra
gezdirmeni isteyebilirim kenetlenmiş ellerimizle
hiç bilmediğim bir kent’e tuttururum götürmeni
bu nedir diye sorarım bu yürek bu dudak bu burun
aşk dersin soluk dersin dünya dünya bakarsın
gözlerimin hüzünlü solgun merakında
bulursun kendini boynuma sarılarak haykırırsın
sonra
ay ışığının dokunduğu saçlarının gölgesinin ucunda otururuz
yeryüzü abartısız ve sakindir fısıldaşırken yutkunuruz
belli olmaz bir tarla kaplumbağası iç geçirir kıskanır bizi
ya da yaşlı bir farenin gözlerinde
omuzlarımız konuşur aşka bir bahaneyle vuruluruz
sonra
kendimi anlatmaya başlarım küçük küçük kısa kısa
gömlek cebimden kurşun gibi kalemimi çıkararak
sana derim ki derim ki sana
olması gereken dünya
bu olmalı hiç kimse kalmamalı köprü altlarında
ya da ayaklar altında
kimse esir düşmemeli çizdiğim kanlı acıya
belki gülersin sessiz ve durgun belki birlikte güleriz
adını koyarız mevsimlerin adı sevda mevsimleri olabilir mesela
bir yıldız gibi dudaklarını uzatırsın bir kelebek gibi titretirsin kanatlarını
ayak parmaklarının ucunu öperim kızıl kehribarlar kokusunda
iki kişilik ayırtırız sevda treninden yerimizi
tek bir bilet olarak çekip gideriz
gideriz bir daha arkamıza bile bakmadan
ne arkamızda kalanları
ne yoksul ve acınası aşkları
bir daha düşünmeyiz
düşünmeyiz bir daha
kara kara yalnız kaldığımız akşamları
sonra
kimselerin inmediği ıssız bir durakta ineriz
alırız gecelerimizi koynumuza
alırız bizi biz yapan her şeyi
gözlerimizin içinde yakamozlar
karıncalar gibi kenetleniriz
ne dersin
belki özgür kalır
kurtulur mu acılar
Necmi Dayan
okşarsın diye uzayınca kıvırcıklaşan saçlarımı parmaklarına
nazlı bir yıldız gibi uzanabilirim
belki kırmızı benekli göğsüne
neşeli şiirleri gülmen için asabilirim
sonra
gezdirmeni isteyebilirim kenetlenmiş ellerimizle
hiç bilmediğim bir kent’e tuttururum götürmeni
bu nedir diye sorarım bu yürek bu dudak bu burun
aşk dersin soluk dersin dünya dünya bakarsın
gözlerimin hüzünlü solgun merakında
bulursun kendini boynuma sarılarak haykırırsın
sonra
ay ışığının dokunduğu saçlarının gölgesinin ucunda otururuz
yeryüzü abartısız ve sakindir fısıldaşırken yutkunuruz
belli olmaz bir tarla kaplumbağası iç geçirir kıskanır bizi
ya da yaşlı bir farenin gözlerinde
omuzlarımız konuşur aşka bir bahaneyle vuruluruz
sonra
kendimi anlatmaya başlarım küçük küçük kısa kısa
gömlek cebimden kurşun gibi kalemimi çıkararak
sana derim ki derim ki sana
olması gereken dünya
bu olmalı hiç kimse kalmamalı köprü altlarında
ya da ayaklar altında
kimse esir düşmemeli çizdiğim kanlı acıya
belki gülersin sessiz ve durgun belki birlikte güleriz
adını koyarız mevsimlerin adı sevda mevsimleri olabilir mesela
bir yıldız gibi dudaklarını uzatırsın bir kelebek gibi titretirsin kanatlarını
ayak parmaklarının ucunu öperim kızıl kehribarlar kokusunda
iki kişilik ayırtırız sevda treninden yerimizi
tek bir bilet olarak çekip gideriz
gideriz bir daha arkamıza bile bakmadan
ne arkamızda kalanları
ne yoksul ve acınası aşkları
bir daha düşünmeyiz
düşünmeyiz bir daha
kara kara yalnız kaldığımız akşamları
sonra
kimselerin inmediği ıssız bir durakta ineriz
alırız gecelerimizi koynumuza
alırız bizi biz yapan her şeyi
gözlerimizin içinde yakamozlar
karıncalar gibi kenetleniriz
ne dersin
belki özgür kalır
kurtulur mu acılar
Necmi Dayan