Düşlerin imparatorluğunda en matemli renkler vardır. Doğumun, ölümün , yaşamın kııyısındaki çatışmalarda ağladığımız duvarlar, algıladığımız büyüklüklerin temel beraberlikleri vardır. İyinin dostu kötüdür, kötününküde iyi… Dillere dolanan şarkıların, yaşadığımız mekanların en anlamlı dokunuşları hep zıtlıkların emelleridir. Sineye çekilen duyguların, sabahların hep bir gecesi vardır düşlediği. Dünya döndükçe tüm ayrılıklar kavuşmaları, tüm kavuşmalar ayrılıkları doğuracaktır. Hüzün mutluluğa, mutluluk hüzne açtır. Anlamlıklar hep tersin dönerliliğinden taşınır. İşte mekanların acımasızlığıda bundandır.
Hep var olanı düşleyen bedenler hep dipsizliğe itilir. Dinginliklerin renkleri, aşıkların kokukarı zalimleştirir insanları. Mekanların ana renkleridir; siyah ve beyaz… Ölmek ya da doğmak. Aradaki zaman hayatı anlatır. Manaları güzelleştirir belkide. Bembeyaz bir mekanda ölümü ve yanlızlığı hissedeceğimiz gibi simsiyah bir mekanda aşkı hissederiz, hayatı anlamlaştırmaya çalışırız. Aşk-ı mekan, mekanların aşkları, hep bu iki ana karakter üzerine kurgulanmıştır. Senaryolar onların üzerine yazılmıştır.
Reji onlardan ilham alır. Yaratımların ana duygularında her ne kadar tersliklerin heyacanı da olsa onlar hep yakındır, en edepsiz aşklardır. Seviyesizce seviyeler üretirler, mekanların acımasızlarıdır onlar. Siyahın aydınlığında ışık düşlenir beyazın karanlığı ayrılığı anlatır kimi zaman. Beybeyaz bir salon düşleyin; tüm mobilyalar beyaz, kocaman duvarına asılmış simsiyah tuval; simsiyah bir zaman ışıklar sarımtrak… Anlamlı kullan renklerini. Anlam yükle duygularına, tek yudum bin yudumlaştırır, bin yudum bazen yalnızlaştırır… Mekanın ölümü mekanın doğumudur belki de…
MESAFE